Dünyadan Bir Adım Geri
- Emine 🖊

- 2 Kas
- 3 dakikada okunur

Uyuyan Adam kitabında şöyle bir cümle geçer:
“Artık hiçbir şey istememek. Bekleyecek bir şey kalmayana kadar beklemek. Avare dolaşmak, uyumak. Kalabalıkların, sokakların seni sürüklemesine seyirci kalmak. Su oluklarını, parmaklıkları, kıyılar boyunca akan suyu izlemek. Rıhtımlar boyunca gitmek, duvarların dibinden yürümek. Zaman kaybetmek. Tüm tasarılardan, sabırsızlıktan kurtulmak. Arzulamayan, gücenmeyen, isyan etmeyen biri olmak.”
Bu satırları okuduğumda bir çoğumuzun zaman zaman böyle hissettiğini düşündüm. Çünkü bazen insan tam da bu hâlde bulur kendini. Hayatın ağırlığı, kalabalığın sesi, sürekli bir yerlere yetişme telaşı... Tüm bunların ortasında, bir noktada artık hiçbir şey istememeye başlarsın. Hiçbir şey seni eskisi kadar heyecanlandırmaz. İçinde bir boşluk değil, daha çok bir durgunluk vardır. Sanki ruhun, çok uzun bir yolculuktan sonra yavaşça yere oturur gibidir.
İnsan bazen öyle bir noktaya gelir ki, elindekilerin ya da kaybettiklerinin ötesinde bir şey kalmaz. Ve o anda fark edersin: hayat zaten akıyor. Sen çırpınsan da, durup seyretsen de nehir kendi yolunu buluyor. Belki de bu yüzden yazarın sözleri bir teslimiyet değil, bir kabulleniştir.
Kimi sabahlar uyanırsın, gün ışığı perde aralığından süzülür ama içinden kalkmak gelmez. O sessizlik, bazen dünyadan çok kendine ait bir yorgunluktur. Kalbinde bir yavaşlık, dilinde bir suskunluk... Bir zamanlar peşinden koştuğun her şey, şimdi sanki senden uzak bir rüya gibidir. Ve belki de o an, ilk kez gerçek seyreden olursun.
Hayat çoğu zaman bizden sürekli bir şey istememizi bekler: hedefler, hayaller, planlar… Ama insan bazen sadece olmak ister. Ne daha iyi ne daha kötü. Sadece var olmak. Yazarın “avare dolaşmak, uyumak” dediği hâl belki de tam olarak budur. Boş boş yürümek, hiçbir yere varmadan gitmek, düşüncelerin yükünü taşımadan bir sokağın köşesinden geçmek. Çünkü bazen bir adım atmak değil, sadece adım atmanın anlamını unutmaktır özgürlük.
Belki de asıl huzur, hiçbir şeyin seni sarsmadığı o sessiz alanlardadır. Kalabalığın içinde kaybolmak değil, kalabalığın içinden kendine dönmektir mesele. İnsan bazen bütün gürültülerin arasında kendi kalp atışını duymak ister. O kadar çok sesin, o kadar çok görüntünün arasında kendi içinden gelen fısıltıyı arar: “Dur.”
Belki de o “dur” anı, hayatın en içten duasıdır.
Yazarın “zaman kaybetmek” ifadesi, bugün kulağa neredeyse suç gibi geliyor.
Çünkü hep öğretilmiştir bize: “Zaman kıymetlidir, harcama.” Ama oysa insan, her şeyi ölçüp biçtiği bir dünyada asıl anlamı kaybediyor. Zamanı kaybetmek, belki de yeniden bulmanın tek yoludur. Çünkü kaybetmeden bulamazsın. Doymadan susayamaz, susamadan içtiğin suyun değerini bilemezsin.Bazen bir şey yapmamak, en derin eylemdir. Çünkü hiçbir şey yapmadığında, içindeki her şey konuşmaya başlar.
Ve sonra bir gün, fark edersin ki artık hiçbir şeyin “olması” gerekmiyor. Birilerinin seni anlaması, bir şeylerin yoluna girmesi, geçmişin düzelmesi... Hiçbiri zorunlu değildir. Artık “arzulamayan, gücenmeyen, isyan etmeyen biri olmak” bir yenilgi değil, bir kabulleniş hâline dönüşür. Çünkü yaşadıkça anlarsın: bazı şeylerin peşinde koşmak, aslında kendi huzurundan kaçmaktır.Kırılmadan yaşanmıyor ama her kırık yer, bir şeyler öğretiyor insana.
Bir zamanlar “yaşamak” dediğimiz şey, hep hareketti. Koşmak, başarmak, sevilmek, görünmek... Şimdi anlıyorum ki yaşamak bazen hiçbir şey yapmamaktır. Sessizce oturmak, bir duvarı izlemek, düşüncelerini acele etmeden dinlemek. Yazarın bahsettiği “duvarların dibinden yürümek” hâli, tam da bu. Dünyanın seni çağırdığı her şeye rağmen, bir köşede kendine dönmek. Artık kimseye yetişmemek.
Bazen bir nehir kenarına oturursun, su akarken sadece bakarsın. Düşünmeden, yargılamadan, bir şey aramadan… İşte o an, içindeki bütün uğultu yavaşça diner. Zamanın akışına karışmak, kendi varlığını bir anlığına unutmak... Belki de yazarın “arzulamayan biri olmak” derken kastettiği budur. Kendini unutmak değil, kendinle barışmak. Artık hiçbir şeyi zorlamamak.
Hayatın ağırlığı hep olacak. Kaybettiklerin, eksik kalanlar, anlatamadıkların... Ama bir gün gelecek, bütün bunların içinden geçmeyi öğreneceksin. Artık isyan etmeyeceksin, çünkü anlayacaksın: bazı şeyler savaşarak değil, sessizce kabullenerek geçiyor. Ve o zaman, “hiçbir şey istememek” bir umutsuzluk değil, kalbinin dinlenmeye aldığı bir ara olacak.
Yazarın “Uyuyan Adam”ı belki de hepimizin içinde bir yerlerde yaşıyor.
O adam, dünyadan kopmuş değil; dünyayı biraz uzaktan izleyen biri sadece. Çünkü bazen hayatta kalmak, gürültünün içinde bağırmakla değil, sessizliğin içinde nefes almakla mümkün.Belki de biz de zaman zaman “uyuyan” olmalıyız. Hayattan değil, yorgunluklarımızdan kaçmak için.
Ve bazen hiçbir şey istememek, kalbin en sade duasıdır.




Yorumlar