İçimdeki Yolculuk
Kişisel Blog
Okuduklarımdan Kalanlar...


İmam-ı Gazali – Kalplerin Keşfi
Kitapta en çok aklımda kalan şey, kalbin insanın en derin aynası gibi anlatılması oldu. İmam-ı Gazali, ibadetlerin sadece şekil değil, kalple yapıldığında anlam kazandığını çok açık bir dille söylüyor. Her bölümde insanı kendine dönmeye davet ediyor; niyetin, samimiyetin ve içsel temizlikle yapılan amellerin önemini hatırlatıyor. Dili ağır değil, sade öğütler halinde ilerliyor ama bazen öyle bir cümle geliyor ki insanı uzun süre düşündürüyor. Bana kalırsa kitap, dışarıya gösterdiğimiz hâl ile kalbimizde taşıdığımız hâlin ne kadar farklı olabileceğini yüzümüze vuruyor. Okudukça insan kendi kalbini sorgulamadan edemiyor.

İmam-ı Rabbânî – Mektubat
Bu kitapta nefis terbiyesinin ve kulluğun bu kadar açık bir dille anlatılması açısından çok güzel. Her mektup sanki doğrudan okuyana hitap ediyor gibi. Dili ağır, bazı yerlerde tekrar tekrar okumak gerekiyor ama her defasında farklı bir anlam çıkıyor. Okurken sadece bilgi değil, kalbinize işleyen bir öğüt hissi alıyorsunuz. Bana kalırsa Mektubat, teoriden çok pratiğe çağırıyor; yani Allah’ı sevmeyi yalnızca düşüncede değil, yaşam biçimine dönüştürmeyi öğretiyor.


Fyodor Dostoyevski İnsancıklar
Bu kitabı okurken hep içim burkuldu. Makar’ın Varvara’ya yazdığı mektuplardaki kırılganlığı ve saf sevgisi beni çok etkiledi. Fakirliğin onun üzerindeki ağırlığını hissetmek, en küçük şeylerde bile incinmesini okumak çok hüzünlüydü. Özellikle gururunun sürekli yaralanmasına rağmen hâlâ iyi kalabilmesi beni çok düşündürdü. Romanı bitirdiğimde içimde buruk bir şefkat kaldı; sanki Makar’ı tanıyıp onun için üzülmüşüm gibi.

Victor Hugo
Bir İdam Mahkûmunun Son Günü
İdamı bekleyen bir insanın düşüncelerini, korkularını ve umutsuzluğunu okumak gerçekten sarsıcıydı. Özellikle saatler geçtikçe umudunun tükenişini hissetmek bana çok ağır geldi. Kendisini anlatırken aslında sadece bir kişiyi değil, bütün insanlığı düşündürdü bana. En çok da toplumun bu olayı bir gösteriye çevirip izlemek istemesine öfkelendim. Kitap kısa ama çok yoğun; her sayfası kalbime dokundu. Bitirdiğimde ölüm cezasına bakışım değişti, adaletin ne kadar acımasız olabileceğini düşündüm.

Fyodor Dostoyevski
Suç ve Ceza
Bu kitabı okurken en çok Raskolnikov’un zihnine girmek beni etkiledi. Suç işledikten sonra bir insanın içten içe nasıl parçalandığını, kendini nasıl yiyip bitirdiğini görmek çok çarpıcıydı. Bazen “haklı mı acaba?” diye düşündüm ama sonra o vicdan azabı öyle ağır bastı ki aslında en büyük cezayı zaten kendine verdiğini fark ettim. Sonya’nın saf inancı ve sabrı bana umut gibi geldi; Raskolnikov’un karanlığında tek nefes alma alanı oydu. Kitap biraz ağır ilerledi, uzun iç konuşmalar beni zorladı ama aynı zamanda en derin hisleri de oralarda yaşadım. Bitirdiğimde geriye tek bir şey kaldı: insanın en büyük mahkemesi kendi kalbinin içindeymiş.


İskender Pala
Kalp
“Kalbinle baktığında gördüğün, akılla baktığında gördüğünden farklıdır.” Bu cümle kitabın en çok içime işleyen yeriydi. Pala, satır aralarında sürekli bana kalbimin sesini hatırlattı; sadece akılla yaşamanın ne kadar eksik olduğunu düşündürdü. Bazı bölümlerde dili fazla süslü geldi ama yine de o şiirsellik, okurken beni içine çekti. Özellikle sevginin insanı iyileştirdiğini anlattığı kısımlar kalbime çok dokundu. Kitabı bitirdiğimde sanki içimde küçük bir huzur ışığı yanmış gibi hissettim.

İskender Pala
Abum Rabum
Kitabı okurken diline hayran kaldım; bazı cümleler o kadar şiirsel ve derindi ki altını çizmeden geçemedim. Ama aynı zamanda yer yer çok ağır geldi, tasvirlerin uzunluğu beni yordu. Hikâyedeki aşkın ilahî boyutunu okumak hoşuma gitti, kalbime dokunan yerler oldu. Fakat kurguda bazen dağınıklık hissettim, toparlamakta zorlandım. Yine de sonunda bende güzel bir huzur bıraktı; hem tarihin içinde dolaşmış hem de kendimle yüzleşmiş gibi hissettim.

Sabahattin Ali
İçimizdeki Şeytan
Ömer’in sürekli kendini aklamaya çalışması dikkatimi çekti. Ne zaman bir hata yapsa ya da bir şeyin sorumluluğunu alsa, suçu hemen “içindeki şeytana” yüklemesi bana çok tanıdık geldi; sanki insanın kendi zayıflıklarını kabul edemeyişini anlatıyordu. Macide’nin saf ve fedakâr hali beni etkiledi ama onun bu kadar kendini tüketmesi de içimi burktu. İlişkilerinde denge olmayışı, özellikle Ömer’in bencilliği bana zaman zaman sinir de krizi geçirtti. Kitap boyunca aslında hepimizin içindeki kararsızlıkları, korkuları ve bahaneleri düşündüm. Bazı yerlerde toplumsal eleştiriler çok güçlüydü, o dönemden günümüze kadar geçerliliğini koruyan şeyler hissettim. Romanı bitirdiğimde “insanın en büyük düşmanı çoğu zaman yine kendisidir” cümlesi kaldı aklımda.


Anthony Burgess
Otomatik Portakal
“İyilik zorla mı öğretilir, yoksa insan kendi seçimiyle mi iyi olur?” Kitabı okurken en çok kafamı kurcalayan soru buydu. Alex’in vahşeti beni öfkelendirdi, ama onun devlet tarafından “terbiye” edilmeye çalışılması da en az şiddeti kadar ürkütücü geldi. Argo dolu dili başta zorladı ama ilerledikçe o dünya daha gerçek ve kasvetli hissettirdi. Şiddetin bir oyun gibi sunulması tüylerimi diken diken etti. En sarsıcı olan ise Alex’in özgürlüğünü kaybetmesi oldu; kötü olma ihtimali bile elinden alındığında geriye sanki insanlığı da kalmadı. Kitap bittiğinde içimde hem rahatsızlık hem de şu düşünce kaldı: özgür irade olmadan hiçbir “iyilik” gerçek değil.

Lev Tolstoy
İnsan Neyle Yaşar
“İnsana hayatı veren Allah, yaşaması için gerekli olanı da kalbine koymuştur.” Kitaptaki bu fikir beni etkiledi. Tolstoy’un anlattığı basit ama çok güçlü hikâyeler, sevginin ve merhametin insanın gerçek ihtiyacı olduğunu hissettirdi. Özellikle yoksul ayakkabıcının yaşadıkları, bana küçük bir iyiliğin bile ne kadar büyük bir anlam taşıyabileceğini düşündürdü. Anlatım çok yalın ama her cümlesi sanki kalbe dokunuyor. Kitabı bitirdiğimde, insanın aslında parayla, güçle değil; sevgi, iyilik ve başkalarına dokunabilmekle yaşadığını içimde çok net hissettim.

Sabahattin Ali
Kuyucaklı Yusuf
“İnsan bazen kaderini kendi seçemez, hayat onu zorla bir yola sürükler.” Yusuf’un hikâyesi bana tam da bunu düşündürdü. Küçük yaşta ailesini kaybedip bir kaymakamın yanına verilmesi, aslında onun hep dışarıdan bakan, hiçbir yere tam ait olamayan bir insan olmasına yol açtı. Yusuf’un sert ama dürüst tavrı, kasabanın ikiyüzlülüğüyle çarpıştıkça daha da yalnızlaştı. En çok da Muazzez’le yaşadığı aşk beni etkiledi; saf, tertemiz bir duygunun çevredeki kötülükler yüzünden kirlenmesine çok üzüldüm. Kasabanın dedikoduları, çıkar ilişkileri ve adaletsizliği okurken içimi sıkıştırdı. Sonunda Yusuf’un umutsuzluğa doğru sürüklenişi, bana iyilerin çoğu zaman kalabalıkla baş edemediğini hatırlattı. Kitabı kapattığımda içimde hem öfke hem de derin bir hüzün kaldı.


İshak Alaton
Lüzumsuz Adam
“Bu kitap bana çok samimi geldi. Alaton’un hayatını anlatırken kullandığı dil sanki sohbet ediyormuşuz gibiydi. Azınlık olmanın getirdiği zorlukları, iş dünyasında yaşadığı mücadeleleri okurken hem etkilendim hem de düşündüm. En çok da farklı olmaktan korkmaması hoşuma gitti; cesaretle kendi yolunu çizmiş. Bazı kısımlar ağır geldi ama arada söylediği basit ve içten şeyler güzeldi. Bitirdiğimde aklımda şu kaldı: aslında kimse lüzumsuz değil, yeter ki kendine dürüst bakabilsin.

Kemal Sayar & Sadettin Ökten
Dünyaya Geldim Gitmeye
Dünyaya geldim gitmeye, ömrüm yetmez bitmeye…” Bu satırı okurken içimde bir sızı hissettim. Kitap boyunca sanki iki bilge insan bana karşılıklı konuşuyormuş gibi geldi; bazen nasihat eder gibi değil, dertleşir gibi. Modern hayatın telaşını, yalnızlığı, kalbin yorgunluğunu anlattıklarında kendimi çok yakın buldum. Bazen dili ağırlaştı ama arada çıkan bir cümle öyle yer etti ki uzun süre düşündüm. En çok da insanın kalbini ihmal etmemesi gerektiğini söyledikleri kısımlar beni etkiledi. Okurken zaman zaman sustum, elimde kitabı bırakıp kendi hayatıma baktım.

Ahmet Hamdi Tanpınar Mahur Beste
“Hayat, yarım kalmış bir beste gibidir.” Bu roman bana tam da böyle hissettirdi. Tanpınar’ın dünyasında zamanın ağırlığı, geçmişin gölgeleri ve insanın iç sıkıntısı çok yoğun bir şekilde hissediliyor. Karakterlerin kendi kaderlerine yenik düşmesi, özellikle Nuran’ın kırılganlığı ve Sabri Bey’in içe kapanmışlığı bana sürekli bir hüzün verdi. Yer yer dil ağır ve yavaş ilerliyor ama o musikî tadındaki anlatım, romanın ruhuna çok yakışıyor. Okurken sanki İstanbul’un eski zamanlarında, hüzünlü bir musikî eşliğinde dolaşıyormuşum gibi hissettim.


Muhyiddin Şekur
Su Üstüne Yazı Yazmak
Kitapta kısa hikâyeler ve sohbet tadında anlatılar var. Küçük hikâyelerle başlayan anlatımlar, yavaş yavaş derin bir tasavvuf öğretisine dönüşüyor. Bazı yerlerde ağır bir dil vardı ama o yoğunluk, düşünmek için bana fırsat verdi. Özellikle kalbe yönelmeyi, teslimiyetle yaşamayı vurgulayan kısımları çok beğendim.

Friedrich Nietzsche
İyinin ve Kötünün Ötesinde
Kitapta en çok aklımda kalan satırlardan biri şu oldu: “İnsanın hiçbir şey göremediği ve tutamadığı yerde arayacak bir şeyi de yoktur.” Nietzsche, böyle cümlelerle insanı sarsıyor. Hazır bulduğumuz değerleri sorgulamamızı, “doğru” ve “yanlış” dediğimiz şeylerin aslında ne kadar kırılgan olduğunu fark etmemizi istiyor. Okuması kolay değil, dili ağır ve yoğun; bazı yerlerde durup tekrar düşünmek gerekiyor. Ama tam da bu yoğunluk sayesinde insan kendini sorguluyor. Bana kalırsa kitap, insanın başkasının koyduğu kurallarla değil, kendi içinden doğan değerlerle yaşaması gerektiğini çok net gösteriyor.

İbn Atâullah el-İskenderî Hikem-i Atâiyye Şerhi
Kitapta geçen “‘Amellerin sûretlerine değil, kalpteki niyete bakılır’ sözü bir hikmet cümlesi olarak doğrudan kalbe dokunuyor. Söylenenlerin kısa olması, anlamını küçültmüyor; tam tersine insanı daha derin düşünmeye çağırıyor. Sanki satırlardan bir öğretmen konuşuyor gibi. Okurken en çok teslimiyetin güzelliğini hissettim. İnsan bazen hayatı kendi aklıyla yönetmeye çalışıyor ama bu eser, asıl gücün Allah’a bırakmakta olduğunu hatırlatıyor. Din sadece kurallardan ibaret değil, kalbi yumuşatan, hayatı anlamlandıran bir yol olarak öne çıkıyor.
Niyetin saf olması, kalbin temiz kalması, dünyanın gelip geçici olduğuna inanmak ve Allah’a güvenmek… bütün bu konular, hikmetler içinde çok berrak bir şekilde işlenmiş. Bana en çok dokunan şey, insanın her durumda Rabbine yönelmesi gerektiğini hatırlatması oldu. Kitap boyunca sanki bir mürşidin huzurunda oturup öğüt dinliyormuşum gibi hissettim. Zihni yoran değil, kalbi dinginleştiren bir kitap. İnsan, okudukça hem teslimiyetin huzurunu hem de dinin hayatı güzelleştiren yönünü daha net fark ediyor.


İskender Pala – OD
Kitapta en çok aklımda kalan şey Yunus Emre’nin hakikati ararken yaşadığı yolculuk oldu. Basit bir köylü olarak başladığı hayat, adım adım bir dervişin kalbine dönüşüyor. Özellikle “aşk” kavramının sadece bir insanı sevmek değil, hakikati aramak için de nasıl bir yol olduğunu göstermesi beni etkiledi. Dil akıcı ama yer yer ağır tasavvufi göndermeler var; okurken yavaşlamak gerekiyor. Tam da bu yüzden kitap, insanın kendi içindeki arayışını düşündürüyor. Bana kalırsa OD, Yunus’un hikâyesi kadar bizim kendi yolculuğumuzu da anlatıyor.

İskender Pala – Babil’de Ölüm, İstanbul’da Aşk
Bu romanda en çok hissettiğim şey Doğu ile Batı’nın karşı karşıya gelişi oldu. Bilim, kültür ve aşk aynı hikâyede buluşuyor. Özellikle mekânların ve dönem atmosferinin güçlü anlatımı sayesinde kendinizi olayların ortasında buluyorsunuz. Okuması diğer Pala kitaplarına göre biraz daha akıcı; hem tarihi hem aşkı bir arada seviyorsanız ilgiyle okunuyor. Bana kalırsa kitap, aşkı bireysel bir duygu olmaktan çıkarıp, medeniyetlerin kesişiminde yeni bir anlam veriyor.

İskender Pala – Katrei Matem
Kitapta aklımda kalan şey, aşk ve entrikanın tarihî olaylarla birlikte ilerlemesi oldu. III. Selim döneminin karışıklıkları, saray içindeki hesaplaşmalar ve kişisel duygular birbirine karışıyor. Okurken sadece bir aşk hikâyesi değil, aynı zamanda bir dönemin sancılarını da görüyorsunuz. Dili biraz edebî ama sürükleyici, insanı içine çekiyor. Bana kalırsa Katrei Matem, aşkın sadece kalpte değil, koca bir dönemin kaderinde de nasıl rol oynadığını çok iyi anlatıyor.


Kemal Sayar
Başı Sınıklar İçin Kılavuz
Türkçede “başı sınık” ifadesi, aslında “gönlü kırık, kalbi yaralı, dertli” anlamında kullanılır. Yani mecazi bir deyim; gerçekten başı kırılmış değil, kalbi incinmiş, hayata karşı yorgun ve kırılgan olan kişiyi anlatır. Kemal Sayar kitabında bu sözü, hayatın yüklerini taşıyamayan, kırgınlıklarıyla yaşayan ama yine de ayakta kalmaya çalışan insanlar için kullanıyor.Bu kitabı okurken kendimi hem teselli edilmiş hem de anlaşılmış hissettim. Sayar’ın dili çok yumuşak, sanki bir dostla sohbet ediyormuşum gibi; kırılmış yanlarıma dokunuyor. Umutsuzluk, yalnızlık ve kalp yorgunluğu üzerine anlattıkları beni derinden etkiledi, çünkü çoğu yerde kendimi buldum. Bazen fazla şiirsel geldi ama yine de o duygusal yoğunluk kitabın ruhuna çok uygundu. En çok da “insanın kırıldığı yerden ışık sızar” diyebilecek bir üsluba sahip olmasını sevdim. Kitabı bitirdiğimde kalbimde bir ferahlık oldu; sanki yaralarımı kabullenip onlarla yaşamayı öğrenebilirmişim gibi hissettim.

Sabahattin Ali
Kürk Mantolu Madonna
Raif Efendi’nin sessiz, içine kapanık hayatının arkasında bu kadar derin bir aşk saklı olmasına çok şaşırdım. Maria Puder’le yaşadığı ilişki bana hem çok gerçek hem de çok hüzünlü geldi. Raif’in kendi hayatında kimseye açamadığı duyguları, sadece Maria’ya bütün saflığıyla anlatması beni çok etkiledi. Özellikle onun yıllar sonra hatıralarını okurken duyduğum hüzün uzun süre içimde kaldı. Maria’nın güçlü, özgür ve aynı zamanda kırılgan hali ise Raif’in silik yaşamına ışık gibiydi. Kitap boyunca “hayatta en çok kaçırdığımız şey aslında kendi duygularımızı yaşamak” diye düşündüm. Sonunda içimde buruk bir boşluk kaldı; aşkın ne kadar güçlü ama aynı zamanda ne kadar kırılgan olduğunu hissettim.

VICTOR HUGO
SEFİLLER
Victor Hugo’nun Sefiller’i bana adalet, merhamet ve insanın değişebilme gücü üzerine çok derin şeyler düşündürdü. Jean Valjean’ın suçlu damgasıyla başladığı hayattan iyilik ve vicdanla bambaşka bir insana dönüşmesi en çok aklımda kalan şey oldu. Fantine’in trajedisinde çok üzüldüm, Cosette’in küçücük yaşta ezilmesi ise beni zaman zaman öfkelendirdi. Kitapta insanın içindeki iyiyle kötünün sürekli mücadelesini görmek bana çok gerçekçi geldi. Toplumsal adaletsizliklere ışık tutması hâlâ günümüzle bağlantılı; okurken “hiçbir şey değişmemiş” diye düşündüğüm anlar oldu. Bazı uzun tarihsel tasvirlerde zorlandım.
Son sayfalarda hissettiğim şey, acıların bile insana derin bir büyüklük katabileceğiydi.
